NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
عَبْدُ
اللَّهِ بْنُ
مَسْلَمَةَ
عَنْ مَالِكٍ
عَنْ هِشَامِ
بْنِ
عُرْوَةَ
عَنْ أَبِيهِ
عَنْ
عَائِشَةَ
رَضِيَ
اللَّهُ
عَنْهَا
قَالَتْ
كَانَ يَوْمُ
عَاشُورَاءَ
يَوْمًا
تَصُومُهُ
قُرَيْشٌ فِي
الْجَاهِلِيَّةِ
وَكَانَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
يَصُومُهُ
فِي الْجَاهِلِيَّةِ
فَلَمَّا
قَدِمَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
الْمَدِينَةَ
صَامَهُ
وَأَمَرَ
بِصِيَامِهِ
فَلَمَّا
فُرِضَ رَمَضَانُ
كَانَ هُوَ
الْفَرِيضَةُ
وَتُرِكَ
عَاشُورَاءُ
فَمَنْ شَاءَ
صَامَهُ وَمَنْ
شَاءَ
تَرَكَهُ
Aişe (r.anha)'dan;
demiştir ki:
"Aşure günü
Kureyşlilerin câhiliye devrinde oruç tuttukları bir gündü. O günde Peygamber
(s.a.v.) de oruç tutuyordu. Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye gelince aşure günü
(yine) oruç tuttu ve o günün orucunu emretti. Ramazan orucu farz kılınınca
artık farz oruç ramazan oldu ve aşure terk edildi. (Bundan sonra) isteyen o gün
oruç tuttu, isteyen tutmadı."
İzah:
Buhari, tefsiru sûre;
savm, manakibü'l-ensâr; Müslim, sıyâm; Tirmizî, savm; Darimî, savm; Muvatta, siyam;
Ahmed b. Hanbel, U, 57, 143; IV, 29, 50;
VI, 162.
Hadis-i şerifte önce
câhiliyye devrinde Kureyşlilerin ve Hz.Peygamber'in aşure gününde oruç
tuttukları bildirilmektedir.Kureyşlilerin o günde oruç tutmaları Hz. İbrahim ve
Hz. İsmail gibi eski Peygamberlerin şeriatlerinden kendilerine gelen
haberlerden dolayı olsa gerektir. Kureyşliler aşure gününü, o günde Kâbenin
örtüsünü örtmek suretiyle de tazim ediyorlardı.
Nebi s.a.v.'in cahiliye
devrinde oruç tutması da Nebilikle görevlendirilmeden önceki devre ile
ilgilidir. Peygamberlikten sonra ve hicretten önceki devre ile ilgili olması
da mümkündür. Oruç hadd-i zatında hayırlı bir amel olduğu için cenab-ı Allah
kendisine izin vermiştir.
Rasûlullah (s.a.v.)
Medine'ye hicret buyurduktan sonra da Aşure günleri oruç tutmaya devam etti ve
sahabîlere o gün oruç tutmalarını emretti. Yahudiler de aşure günü oruç
tutuyorlardı. Peygamber (s.a.v.) ashabına, Aşure orucunu emrederken,
Yahudilerle uygunluk sağlamayı da istemiştir. Çünkü Efendimiz, hicreti tâkib
eden zamanda Allah'ın kendisini men'et-mediği konularda ehl-i kitaptan
olanların amellerine uygun ameller işlemeyi uygun buluyordu. Nitekim kıblenin
değiştiğini bildiren.âyet gelmeden önce, ehl-i kitabın kıblesi olan Mescid-i
Aksâ'ya doğru namaz kılıyordu. Ama sonraları onlara muhalefet etmeyi daha
üstün tuttu.
Buhârî'nin İbn
Abbas'dan rivayet ettiği ve Ebû Dâvud'da da gelecek olan bir haberde
belirtildiğine göre Peygamber (s.a.v.) Medine'ye geldiklerinde Yahudilerin
Aşure günü oruç tuttuklarını gördü ve:
“Bu ne?" diye
sordu,
Bu mübarek bir gündür.
Bu günde Allah, tsrail oğullarını düşmanlarından kurtardı da Hz. Musa oruç
tuttu, dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
"Ben Musa'ya
sizden daha çok müstahakkım," buyurdu ve o günün orucunu tutup ashabına da
emretti.
Müslim'in Ebu Musa
(r.a.)'dan rivayet ettiği bir haberde de Aşure gününün, Yahudilerin değer
verdiği bir bayramları olduğu bildirilmektedir. Bu, Yahudilerin o günü oruç
tutmadıkları mânâsına gelmez, nitekim yine Sahih-i Müslim'deki bir rivayette
Hayberlilerin Aşure günü bayram edip oruç tuttukları bildirilmektedir.
Hadis-i şerifin
devamında, Ramazan orucu farz kılınınca artık farz orucun ramazan orucu olduğu
ve Aşure orucunu isteyenin tutup, isteyenin tutmadığı beyan edilmektedir.
Bilindiği gibi Ramazan orucunun farz edilişi Hicretin ikinci yılında olmuştur.
Bu hadis Aşure gününün
mübarek bir gün olduğunu göstermektedir. Aşure orucunun, Ramazan orucu farz
kılınmadan ye farz kılındıktan sonraki hükmüne geçmeden önce bu günü değerli
kılan hadiselerin ne olduğuna kısaca bir göz atalım:
Hadisin tercümesine
başlamadan önce Aşure gününün, Muharremin 9. günü mü, yoksa 10. günü mü olduğu
konusunda farklı görüşler olduğunu ve ulemanın çoğunluğuna göre bu günün
Muharrem'in onuncu günü olduğu belirtilmişti. On manasına gelen "aşr"
kelimesinden dolayı bu ismi aldığına da işaret edilmişti. Bazı âlimlere göre
ise, Muharrem ayının onuncu gününe Aşure günü denilmesi, o günde on Peygambere
on tane büyük ihsanda bulunulmasından dolayıdır. Aşure gününün değerim yücelten
bu ihsanlar şunlardır:
1. Âdem (a.s.)'ın
tevbesi bu günde kabul edilmiştir.
2. Nuh (a.s.)'ın gemisi
bugünde karaya çıkmıştır.
3. İbrahim (a.s.) bu
günde dünyaya gelmiştir.
4. Yâkub (a.s.)'ın
gözleri Aşure günü görmeye başlamıştır.
5. Yunus (a.s.) balığın
karnından bugün kurtulmuştur.
6. Yusuf (a.s.) kuyudan
Aşure günü çıkmıştır.
7. Hz. Musa, Firavn ve
ordusundan Aşure günü kurtulmuştur.
8. Dâvud (a.s.)*ın
tevbesi bugünde kabul edilmiştir.
9. Hz. İsa o günde
doğmuş o günde göklere çıkartılmıştır.
10. Muhammed
(s.a.v.)'ın gelmiş geçmiş bütün günâhları aşure gününde affedilmiştir.
Buhari şârihi Aynî'nin
bildirdiğine göre bazı âlimler, tdris Peygamberin semaya kaldırılışının, Eyyub
Peygamber'in hastalıktan kurtuluşunun ve Süleyman (a.s.)'a saltanatın ihsan
edilişinin de bugünde olduğunu söylerler.
Nebi (s.a.v.) torunu,
Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da şehid edilişi de Aşure gününe, yani Muharrem'in
onuncu gününe rastlar. Ancak adı geçen güne gösterilen saygı, bu yüzden
değildir. Çünkü Kerbelâ hâdisesi Hicretin 61. yılında olmuştur. Halbuki bu
günü Peygamber (s.a.v.) hicretten itibaren hatta daha önceleri kutsal saymış ve
oruç tutmuştur. Üstelik bir günün kutsallığı, o günde olan kötü hadiselerden
çok sevindirici, hayırlı hâdiselerden dolayrolur. Nitekim Hz. Peygamberdin
doğum gecesi olan Mevlid tüm İslam âleminde ihtifallerle anıldığı halde, vefat
günü hiç anıl-mamakta hattâ halk tarafından bilinmemektedir bile. Yukarıda
görüldüğü gibi aşure gününde Peygamberlerin karşılaştıkları hadiseler hep
ihsandır, sevindirici şeylerdir. Kerbelâ hâdisesi ise, bütün müslümanlann büyük
bir üzüntüyle andıkları hiç hatırlamak istemedikleri acı bir hâdisedir. O halde
Aşure günü tutulan orucun Kerbelâ hâdisesi ve Hz. hüseyin'in şehîd edilişi ile
hiçbir ilgisi yoktur. Aşure gününü Kerbelâ hadisesi yüzünden kutsallaştırmanın
ve bu yüzden oruç tutmanın îslâmî ve dinî hiç bir yönü olmadığı gibi, bir
bid'at olması hasebiyle İslama aykırıdır da.
Üzerinde durduğumuz
hadisin zahirinden anlaşıldığına göre, Aşure orucu önceleri farzdı. Ramazan
orucu farz kılınınca neshedildi. İmam-ı Azam Ebû Hanîfe ve Şâfiîlerden bazıları
bu görüşü benimsemişlerdir. Bazı Şâfiîler ise, Aşure orucunun başlangıcından
beri sünnet olduğunu, ancak Ramazan farz kılınmadan önce müekked olduğu halde
Ramazanın farz kılınışından sonra müstehap hâle geldiğini söylerler.
Aşure orucunun önceleri
farz iken Ramazan orucunun farz kılınması İle neshedildiği şeklindeki görüş
daha kuvvetlidir. Çünkü bu hükmü kuvvetlendiren bir çok hadis vardır. Bir kaç
tanesinin anlamı şöyledir:
Seleme b. Ekvâ'dan
rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.)'ı, Aşure günü insanlara;
"Yiyen (oruca niyetlenmeyen) tamamlasın veya oruç tutsun, hiç yemeyen de
artık yemesin (oruç tutsun)" diye ilan etmesi için bir adam gönderdi.
Esma el-Eslemî şöyle
demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.) beni kavmimden müslümân olanlara gönderdi
ve şöyle dedi; "Kavmine Aşure günü oruç tutmalarını emret. Onlardan o
günün başında yemiş (oruca niyetlenmemiş) olanları bulursan, kalanında
tutsunlar".
Câbir (r.a.)'in şöyle
dediği rivayet edilmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.) bize
Aşure orucunu emrediyor, ona teşvik ediyor ve ona ahid alıyordu. Ramazan orucu
farz kılınınca bize emretmedi* Neh-yetmedı ve bizden onun içinahid de
almadı."
Yukarıda naklettiğimiz
hadisler ve daha başkaları Aşure orucunun önceleri vacib olduğunu göstermektedir.
Aşure orucunun vacib
olmadığına işaret eden hadisler de vardır. Meselâ Buharî'nin, Muaviye b. Ebû
Süfyan'dan rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bu
Aşure günüdür. Gerçi ben oruçluyum ama Allah o günün orucunu bize farz ki I m
anı ıştır. Sizden dileyen oruç tutsun, dileyen tutmasın."
Bu hadiste kastedilen,
Aşure günü orucunun devamlı olarak farz kılınmayışıdır. Ramazan Orucunun farz
kılınmasından önceki devrin hükmü değil, Hz. Muaviye'nin Mekke fethi yılında
Resûlullah'a sahâbî oluşu da bu anlayışa güç katar. Halbuki yukarıda geçen ve
Aşure orucu ile ilgili ilanları bildiren haberler, hicretin ikinci yılında
olmuştur.
Sahih-i Müslim'de de
îbn Ömer (r.a)'den Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, "Aşure günü câhiliye
insanlarının oruç tuttukları bir gündür. Sizden o gün oruç tutmak isteyenler
tutsun, istemeyenler de tutmasın" buyurduğu bildirilmektedir. Bu hadiste
Aşure orucunun hiç farz olmadığını göstermez çünkü bu sözün ramazan orucu farz
kılındıktan sonra söylenmiş olması muhtemeldir. Hattâ farklı rivayetlerin
arasını te'lif bakımından bu şekilde anlamak gereklidir.
Aşure günü orucu
konusundaki hadislerin tümü göz önüne alınınca anlaşılmış oluyor ki;
"Aşure orucu önceleri müekked sünnetti. Bu neshe-dildi ve müstehab olarak
kaldı" şeklindeki anlayış zayıftır. Aksi farz oluşu neshedilmiş ve
kuvvetli bir sünnet olarak hükmü devam etmektedir. Hz. Peygamberin vefatından
bir yıl önce bu orucu tutup seneye dokuzuncu günü de tutmayı, istemesi bunu
gösterir.
Aşure günü oruç
tutmanın faziletine delâlet eden daha bir çok hadis vardır. Bu hadislerden bir
kaç tanesi Sünen-i Ebû Dâvud'da bu ve bundan sonraki bablarda gelecektir. Diğer
hadis kitaplarında bu konuda vârid olan hadislerin birkaçı da şunlardır:
Ebu Katâde'den
Rasûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir; "Aşure
orucunun, ondan önceki bir senenin günahlarına keftâret olacağını
zannederim."
Ali r.a.’den rivayet
edildiğine göre, bir adam Hz. Peygamber'e: Ramazandan sonra bana ne zaman oruç
tutmamı emredersin? diye sormuş. Hz. Peygamber de şu cevabı vermiştir:
"Muharrem ayında
oruç tut. Çünkü o, Allah'ın ayıdır. O ayda öyle bir gün var ki, Allah o günde
bir kavmin tevbelerini kabul etmiş, bir kavminkini de kabul edecektir"
Aşure günü oruç tutmak
sünnettir. Bu konuda bütün âlimler müttefiktirler. Ancak ileride geleceği üzere
yahudilere benzememek için sadece aşure günü değil, bir gün önce veya
sonrasıyla birlikte tutulur.